1 Eylül 2007 Cumartesi

Atatürk İlkeleri ve İnkilap Tarihi Ders Notları

Atatürk İlkeleri ve İnkilap Tarihi Ders Notları
ÜNİTE - 24 ATATÜRK İLKELERİ (1) CUMHURİYETÇİLİK
Devlet, belli sınırları içinde yani bir ülkede yaşayan insanların kendi içlerinden çıkardıkaları bir güçle, yani egemenlikle örgütlenmesi sonucu oluşan bir toplumsal kurumdur.
Ülke-insan topluluğu ve egemenlik her devletin oluşmasında temel taşlarıdır. Ancak ülke, doğal kaynak, nüfus açılarından devletler arasında fark olduğu gibi, egemenliğin kaynağı ve kullanılışı bakımından da önemli ayrılıklar bulunur.
Hukuk ve siyaset bilimleri dilinde "devlet biçimi" deyimi ile bir devletin egemenlik kaynağı ve kullanılış tarzı anlaşılır.
MONARŞİ VE DEMOKRASİ
Genelde üç çeşit devlet biçimi varır: Egemenlik aynı soydan gelen bir kişi tarafından kullanılıyorsa "Monarşi", belli kimselerden oluşan bir grubun elinde ise "Oligarşi", toplumun bütününe ait olursa "Demokrasi" söz konusudur.
Egemenlik biçimlerini bir başka ayrım içinde de görebiliriz. Bu ayrımda şu ölçü esas alınır: Egemenliği kullananların bir seçim sonucunda veya seçime dayalı olmadan bu hakka sahip olmaları.
Böyle bir ayrımda iki ana grup devlet çeşidi belirir. Birinci gruptaki devletler de egemenlik ya belli bir soydan gelen aile üyelerinin biri tarafından geleneklere göre kullanılır.
Bu tür devletlerde "seçim" olgusu yoktur. Bu grup "monarşi" sözcüğü ile ifade edilir." Krallık "Padişahlık", imparatorluk, "sultanlık" monarji kavramının değişik adlarından ibarettir.
Egemenliği kullanan kişi belli bir aileden gelmeyebilir; bu kişiler çeşitli toplumsal ve siyasal bunalımların doğurduğu belirsizlik zamanlarında bazı etkili grupları arkalarına alarak egemenliği ellerine geçirirler. Bu tür devletlere "totaliter" yani diktatörlüğün bütün gücü elinde topladığı devletler diyoruz.
Birde egemenliğin birden çok soydan gelen belli sayıdaki ailelere ait olduğu bir devlet biçimi vardır ki buna da "oligarşi" ve ya "aristokrasi" denilmektedir.
CUMHURİYET
Egemenliği kullananların seçimle işbaşına geldikleri devletlerin genel adı "cumhuriyet" sözcüğü ile ifade edilir. Ancak seçim bir kez değil, belli aralıklarla yapılır.
Seçim bir kez olur ve bununla egemenlik süresiz olarak birine verilirse karşımıza yeniden monarşi veya diktatörlük çıkar.
CUMHURİYET ÇEŞİTLERİ
Cumhuriyetin çeşitlerini saptayabilmek için her-şeyden önce seçimi kimlerin yaptığı önemlidir. Eğer egemenlik hakkını kullanacakları çok sınırlı sayıda kişiler seçer ve halkın çoğunluğuna bu yol kapalı tutulursa o zaman oligarşik bir cumhuriyet söz konusudur.
Bu seçim toplumun bütününü hiç olmaza önemli bir ölçüde karşılayabilecek derecede geniş kesimlerce yapılıyorsa o zaman "halka dayalı" bir Cumhuriyetten söze dilebilir. Gerçek bir Cumhuriyet için, seçimin çok geniş halk katılımı ile yapılması gereklidir, ama yeterli değildir.
Ancak halk seçimi özgürce yapabiliyorsa belli-başlı düşünce akımlarının yandaşları siyasal partiler kurup halkın karşısına çıkabiliyorlarsa, o zaman demokrasinin de içinde bulunduğu bir Cumhuriyet söz konusudur.
Bu iki ana devlet biçiminin arasında kalan önemli bir tür daha vardır. Bu tür aslında "monar-şi"nin bir çeşididir. Bu türde halk ve hükümdar egemenliği bir ölçüde paylaşırlar.
Bu tür monarşilerde e-gemenliği aslında halk kullanır, ama devletin başı o-lan hükümdar egemenliğin tarihsel ve geleneksel açıdan kuramsal da olsa sahibidir. Bu devlet biçimine "Meşruti Monarşi" adı verilir. Osmanlı imparatorluğunda çeşitli milletler için eşitlik getiren olay islahat fermanı, kişilerin can, mal güvenlikleri ise tazminat fermanı ile sağlanmıştır.
CUMHURİYET VE DEMOKRASİ
insanların bütün temel haklarına, sahip olmasına, toplum içinde .çeşitli düşüncelerin temsil edilebilmesine, yurttaşın yöneticilerini bu düşünce akımlarım mensupları arasından serbestçe seçebilmesine, onları her zaman denetleyebilmesi esaslarına dayanan bir rejimdir demokrasi.
Bu mekanizmanın işlenebilmesindeki temel koşut ise "eşitlik"tir. Yasalar karşısında bütün yurttaşlar eşit değilse demokrasiden söz edilemez.
Diğer bir ifade ile "halkın kendini dilediğince yönelebilmesi" anlaymına gelen demokrasi eski Yunanca'dan geliyor. "Demos" halk "kratos" yönetim demektir. Bugün "demokrasi" biçimine dönüşen sözcük "hak yönetimi" anlamına geliyor.
Demokrasi üç ana biçimde uygulanır: Bunlardan birincisi; "doğrudan demokrasidir. Yurttaşlar hiçbir aracı olmadan toplanıp kendilerini yönetmek için gerekli kararları alırlar.
İlkçağda bazı ufak kent devletlerinde uygulanan bu yöntem artık gerçekleştirilemez. Çünkü milyonlarca kişinin biraraya gelmesi mümkün değildir. İkincisi "Temsili demokrasi"dir.
Yurttaşlar özgür iradeleri ile belli bir süre için temsilciler seçip, bu temsilcilere geçici bir yetki verirler. Böylece bu temsilciler ulus adına egemenlik hakkını bir süre için kullanırlar.
Üçüncü yöntem ise "Yarı doğrudan demokrasi"dir. Bu yöntemde temsilcilerin kabul etmek istedikleri veya kabul ettikleri yasalar halkoyuna sunulur. Fakat demokrasilerin çoğunluğunda esas olan "temsil"dir. Halk oylamasına çok önemli ve ender durumlarda gidilir.
ATATÜRK CUMHURİYETÇİLİ?İ
Cumhuriyet 29 Ekim 1923 tarihinde ilan edildi ve bugüne kadar Türk devleti'nin temeli olarak kaldı.
Cumhuriyetin temelinde "seçim" yatar. Egemenlik hakkını ulus adına kullanacak olanların geçici birsüre için seçilmeleri gerekir. Atatürk de egemenliği kesinlikle ulusta görüyordu.
Egemenlik bir bütün olarak ulustan başka bir yerden, birkişiden, bir aileden kaynaklanamaz. Ulus belki egemenliğini birine "emanet" eder. Atatürk bu noktada Osmanlı ailesinin egemenlik savını kesinlikle reddetmektedir.
Onlar bu egemenliği gerçi ulustan "emanet" olarak almışlardır, ama bu zorlama ile olmuştur. Bu nedenle ulus, iradesini gerçekleştime olanağmı yitirmiştir.
Egemenliğin kaynağı kesinlikle ulus ve onun bütün bireyleri olunca başka her türlü egemenlik savı ortadan kalkar. Egemenliği ulusun seçtiği üyelerden oluşan Türkiye Büyük Millet Meclisi ulus adanı kullanır.
Ulusu temsil eden ulusal irade, ulus adına sınırlı ve belirli bir zaman için manevi kişiliğini de belirten Millet meclisi de en sonunda ulusça yenilenmekle karşı karşıyadır.
Özde olan ulustur. Egemenlik onun olduğu gibi, yönetim hakkı da onundur. Atatürk'ün Cumhuriyet anlayışının temelinde ulusal egemenlik vardır. Egemenliğği kullananlar cumhuriyet rejiminde seçimle başa gelirler.
DEMOKRASİ
Atafürk demokrasinin en üstün yönetim biçimi olduğunu belirtiyor. O demokrasiyi "siyasal özgürlüğü" sağlayan bir sistem olarak veya faşizm gibi bir-zorlayıcı toplumsal dayanışma olarak görmüyor. Demokrasi tamamen siyasaldır ve bir akıl düzenini gösterir.
Demokrasi "siyasal ve düşünseldir" sözü bunu açıkça belirtiyor. "Demokrasi vatandaşın insan sıfatıyla egemenliğe katılmasıdır" diyor ve buradan da genel eşitlik ilkesini demokrasinin bir diğer temeli yapıyor. Bu eşitlikten "bütün bireylerin aynı siyasal hakka sahip olmaları anlaşılacaktır. Bu da genel ve eşit oy hakkıdır.
Atatürk "Demokrasiye Muhalif Asri Cereyanlar: (Günümüzde demokrasiye aykırı akımlar)" başlığı altında şöyle demektedir: "Demokrsi günümüde bazı akımlarca tehdit ediliyor.
Bunların en önemlileri Bolşevizmile Faşizmdir. Bu akımlarda ortak olan yön özgürlükleri sona erdirmeleri ve toplum ile bireyin çıkarları üzerine belli zümreleri çıkartmalarıdır. Bu akımlara rağbet etmek mümkün değildir.
Bizde herkes hakça, çıkarca ve özgürlükçe eşittir." Atatürk böylece sözde Cumhuriyet olan bazı totaliter sistemleri reddetmekte, özgürlükçü, demokratik bir cumhuriyet yandaşı olduğunu ve açık biçimde göstermektedir.Günümüzde demokrasi mekanizmasının işlemesindeki temel ilke eşiitliktir. Uygulanış biçimi temsilidir.
ÜNİTE - 25 ATATÜRK İLKELERİ (2) MİLLİYETÇİLİK
Klan, aralarında akrabalık bulunan, ortak bir toteme inanan insanların oluşturduğu bir topluluktur. İnsanlar çok uzun bir süre klan aşamasında kalmışlar, daha geniş birliklere yaşamıştır.
Giderek aynı çevrede yaşayan klanların birleşmeye başladıkları görülüyor. Büyük bir olasılıkla, "aynı çevrede bulunma" klan üyelerinin ortak bir soya dayandığı görüşünü uyandırmuş olmalıdır.
Böylece "aşiret" oluşmuştur. Ortak çıkarları, birbirleriyle olan ekonomik ilişkileri, savunma zorunlulukları bazı aşiretlerin de birleşerek daha büyük örgütlü toplulukların oluşması yolunu açtı. Böylece "Kabileler" ortaya çıktı.
ULUS (MİLLET) KAVRAMI
"Kabileler Birliği" anlamında olan "ulus" sözcüğü Moğolca'dan gelmiştir. Bugün Türkçemizde "millet" ile "ulus" aynı manada kullanılır. BAtıda ulusun karşılığı nation dur
ULUSU BELLİ BİR IRKA DAYANDIRAN GÖRÜŞ
Ulus özelliğini yalnız ırkla açıklamak yanıltıcıdır. Ayrıca artık ırkların "ayrılığından" söz etmek kesinlikle mümkün olmadığını göre ırk esasını ulusun ölçüsü yapmak bilimsellikle bağdaşmıyor. Örneğin Amerikalıların soy birliği yoktur.
ULUSU BELLİ BİR DİNE DAYANDIRAN GÖRÜŞ
Din; inanca dayanan bir kurumdur, dinin birleştirici olması için toplumdaki insanların çok büyük bir çoğunluğunun aynı inanca sahip olmaları gerektir.
Öte yandan bir din, aynı toplumda, bir başka dinle eşit koşullar altında bir arada olamaz. Gene, birbirinden çevre, toplumsal statü, çıkar bakımlarından çok farklı insan toplulukları aynı dine inanabilirler ama, biraraya gelip ortaklaşa bir ulus yaşamı süremezler.
ULUSU BELLİ BİR DİLE DAYANDIRAN GÖRÜŞ
Dil konusunda ırk ölçüsüne göre daha geniş düşünmek gerekir. Dil bir iletişim ve kültür aracıdır insanların birbirleriyle anlaşabilmesinin tek yoludur.
Bu bakımdan aynı dili konuşunlar daha rahatça birarada yaşayabilirler. Gerçekten ırk bakımından kökenleri ayrı olduğu halde aynı dili konuşup bir ulus durumunu almış topluluklar vardır.
Diğer yandan, sayıları pek fazla olmamasına rağmen bazı uluslarda dil birliği yoktur. Sonuçta ortak kullanım dilde ortak bir ölçüt değildir. Mesela Suriye'lilerin dil birliği yoktur.
Ulus olmanın ölçüsü olarak erişilen öğenin özelliği daha çok "manevi" bir yöne sahip bulunmasıdır. Bu ölçü "tarih, gelecek ve kültür birliği ile bu değerlere olan inançtır. Türklerde en eski ulus kavramını somutlaştıran eser Orhun yazıtları olduğu biliniyor.
ULUSÇULUK (MİLLİYETÇİLİK)
insanoğlunun bugüne değin erişebildiği en mükemmel toplu yaşama biçiminde "ulusçuluk-milliyet-çilik" denilen bir takım çıkmıştır.
Ulus aşamasına gelmiş bir topluluğun üyelerinde, içlerinden çıktıkları u-lusun yücelmesi, ilerlemesi, haklarının en iyi biçimde korunabilmesi duygu ve ülkülerinin bulunması çok doğaldır.
Başka bir deyişle, ilkel topluluklarda bulunmayan bireycilik, ulusta vardır. Ama bu, bilinçli bir bireyciliktir; kişinin içinde bulunduğu ulusa ait olma, kendisi yücelirse ulusun da yüceleceği duygusu ve inancıdır, işte bu duygu ve inanca sahip olma ve bunları geliştirme de "ulusçuluk" kavramı ile belirtilir. Ulusçuluk akımının Batıdaki ilk çıkışları 18.yy ve 19.yy aralarına denk gelir.
TÜRKLER'DE MODERN ULUSÇULUK DUYGUSUNUN UYANMASI
Türk ulusçuları bir arayış içinde iken ünlü bir bilim adamı olan Ziya Gökalp'in '1876-1924) belirişi çok önemli bir aşamaya geçilmesini sağlamıştır.
Ziya Gökalp "ulus"un niteliği üzerinde düşünen ilk bilim adamımızdır. Herşeyden önce, en ülküsel toplum yaşayış biçiminin "ulus" olduğunu belirterek, o güne kadar var olan Osmanlıcılık veya islamcılık akımlarının "ulus" kavramını karşılayamadığını belirtmiştir.
ATATÜRK'E GÖRE TÜRK ULUSU
Atatürk önce her ulusa uyacak bir tanım yapar. Bu tanım şöyledir:
- Zengin bir hatıra mirasına sahip bulunan;
- Beraber yaşamak hususunda müşterek arzu ve mavafakatte samimi'olan;
- Ve sahip olunan mirasın muhafazasına beraber devam hususunda iradeleri müşterek olan insanların birleşmesinden vücuda gelen cemiyete "millet" adı verilir.
Atatürk'ün bu tanımı ve açıklaması ilk ulus sayılmanın baş koşulu olarak manevi öğeyi göstermiştir. O'na göre bu ölçü, bugünün uygar düşüncesine göre diğer ülçülerin çok daha üzerinde yer aly-maktadır.
Atatürk'e göre, Türk ulusunun oluşmasında etkili bulunduğu görülen doğal ve tarihsel olgular şunlardır:
- Siyasal varlıkta birlik;
- Dil birliği;
- Yurt birliği;
- Irk ve köken birliği;
- Tarih akrabalığı.
ATATÜRK'E GÖRE TÜRK ULUSÇULU?U
Atatürk, ulusallığı şöyle tanımlıyor; Bir ulusun diğer uluslara oranla doğal veya sonradan kazanılmış özel karakter sahibi olması; diğer uluslardan farklı bir yaşayış göstermesi; çoğunlukla onlardan ayrı olarak ama onlarla koşut bir gelişme içinde

DEVLETÇİLİK
Devletçiliği sadece ekonomi alanıyla sınırlamak, bizim görüşümüze göre kavramı son derece daraltmak olur. Devlet varlığı gereği, toplumun her kesimine ve kurumuna gereksinmeler doğdukça müdahale eder ve bu onun devletlik niteliğinin zorunlu ve doğal bir sonucudur.
Bu müdahalelerin kuralları, ölçüsü genel ve geniş anlamda devletçiliği doğurur. Ama bir önemli gerçek vardır: insanların en yaşamsal gereksinmeleri hep ekonomi alanında belirir.
Bundan dolayı "devletçilik" denildiği zaman ilk akla gelen "ekonomi alanında devlet müdahalesi" oluyor. Osmanlı imparatorluğunda soylular kesimi yoktu.
TÜRKİYE CUMHURİYETİ'NDE DEVLETÇİLİK
Devlet pek çok alanda gösterdiği kararlı müdahaleyi ekonomi alanında tam olarak gösterememiştir, bunun sebepleri ise; ekonomi alanında özellikle sanayileşmede özel girişime olanaklar tanınması kararlaştırılmıştı; bu konuda özendirici önlemler de alınmıştı.
Ama, ekonomi alanında özel girişimin bilgi ve sermaye birikimi hiç denilecek derecede azdı. Yurdun ise öncelikle sanayileşmeye gereksinimi vardı. Devlet 1931 yılına kadar ekonomi alanında kendini tam olarak duyuramamıştır. O yıldan itibaren ekonomik devletçilik, görüşü benimsendi ve uygulamaya konuldu.
Devlet önemli bazı alanlarda üretimi doğrudan doğruya kendisi gerçekleştirecekti; para ve kredi işleri düzen ve denetim altına alınacaktı; planlı sayılabilecek bir ekonomi uygulamasına geçilecekti.
ATATÜRK'ÜN DEVLETÇİLİK ANLAYIŞI
Atatürk'e göre, devletçiliğin ölçüsü şudur; Yurttaşın gelişmesi, yücelmesi için gerekli alanlara devlet müdahale edecektir, etmelidir. Ama bu eşitlik ve özgürlük esasına dayanan bir müdahale olmalıdır.
Atatürk "ekonomik devletçilik" hakkında ise şu tespiti yapmıştır; Bir rejimi kurup koruyabilmek için bireyleri, devletin düzeni ve kuralları içinde özgür kılmak gerektir.
Bu nedenle birey ekonomi alanında da rahat davranmalıdır. Ama bazı ekonomi alanları toplumun bütününü doğrudan doğruya ilgilendirmektedir. Bugünkü deyimle bunlara "altyapı" alanları diyebiliriz
Atatürk geniş anlamıyla devletçidir. O'na göre gereken konularda devlet yurttaşla ilgilenmek zorunluluğundadır. Ekonomik alanda ise Atatürk'ün görüşü esnektir.
Atatürk bu bakımdan katı bir devletçilik ilkesi koymamıştır. Fakat devletin ağırlığını bu alanda da göstermesi ve düzenleyici-denetleyici etkisini gerektiği zaman göstermesini istemiştir. Öyle ise O'nun ekonomik devletçiliği değişen zaman ve koşullara her zaman uyabilir.

ÜNİTE - 27 ATATÜRK İLKELERİ (2) LAİKLİK
LÂİKLİK KAVRAMI VE DÜNYADAKİ GENEL TARİHSEL GELİŞİMİ
"Laik" kelimesi dilimize Fransızca'dan geçmiştir. Fakat kökeni eski Yunanca'dadır. Bu dilde "Loikos" halka kalabalığa ait demektir.
Sözcük ortaçağ Avrupasında "din işleriyle ilgisi bulunmayanlar" yani rahipler ile onlara meslek açısından yakın olanlar dışında kalanlar aniamını kazandı.
Kavram böylece doğdu ve giderek ağır bir süreç sonunda siyasal bir niteliğe büründü. Bu niteliği ile Lâiklik bir devletin temelini ve hukukunu dine dayandırmaması anlamını aldı.
Laiklik kiliseye karşı duyulan çok şiddetli bir tepkinin belirtisi olmuştur. Batıda devleti kiliseden arındırmak için uzun ve zahmetli bir gelişme gözlenir.
Düşüncelerde giderek kökleşen laiklik hukuksal bakımdan ilk biçimini Amerika Birleşik Devletleri Anayasasında (1787) bulmuş, ama asıl şiddetli ve hızlı gelişimine birkaç yıl sonra çıkan Fransız ihtilali ile girmiştir.
Din ile devlet arasında kesin bir çizginin çekilebilmesi için herşeyden önce tam bir vicdan özgürlüğüne gereksinim vardır. Din ve vicdan özgürlüğü bugün artık vazgeçilmez en temel haklardan biri olarak görülüyor.
Devletlerin temelleri binlerce yıl dine dayandı. Her devlet içinde yaşayanları kendi dinine göre yönetti. Hükümdarlar egemenliklerini dinden aldıkları ıileri sürdüklerinden, yönetimlerinin de o dine göre biçimlenmesinden kaçınılamazdı.
Böylece dinler giderek toplumsal özellikleri yanında siyasal nitelikler de taşımaya başladılar; Siyasal kurumlar durumuna da eriştiler. Asıl işlevleri bir yana bırakıldı. Din adamları katı kuralları ile toplumu yönlendirdiler.
Toplumdaki gelişme isteği böylece donmuş, kalıplara dökülüyordu. Devlet yönetimi içinde dinin çıkartılması, bu bakımdan büyük bir gelişme sayılmalıdır. Böylece bir suistimali laiklik sayesinde önlemiş oldu.
TÜRKİYE CUMHURİYETİ'NDE LÂİKLİ?İN GELİŞİMİ
Kuruluş döneminde bazı önemli konularda gösterilen esnekliğe rağmen Osmanlı Devleti'ni o zamandaki yapısını "Laik" olarak nitelemek mümkün değildir.
Yeni Türk Devleti 1920 yılının 23 Nisan günü kurulduğu sırada laiklikten söz etmek mümkün değildi. Osmanlı saltanatı "tanrısal" idi.
Osmanlı Anayasası'na göre padişah "mukaddes (kutsal)" sayılırdı. Devletin yapısı da dine dayanıyordu. Ama şimdi egemenliğin doğrudan doğruya ulusa ait olduğu bir devlet kurulmuştu. Böyle bir devlette artık "tanrısal" değil "ulusal" kaynak egemenliği doğuruyordu.
Egemenliğin ulusa ait olması zaten laik bir devletin kurulduğunu gösteriyordu. Gerek saltanatın gerek ardın-dan halifeliğin kaldırılması bu durumun mantıksal sonuçları idi. 1924 yılında tamamlanan bu ilk adımların ardından aynı yıl yeni Anayasa (1924 Anayasası) yapıldı, bu Anayasa'nın ilk biçiminde devlet dini vardı.
Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin baş görev-leri arasında dinsel hükümleri yerine getirmesi bulunuyordu. Ama aynı Anayasa Türk yurttaşlarına geniş bir din ve vicdan özgürlüğü tanımıştı.
Ardından, 1926 yılında Türk Medeni Kanunu kabul edildi. Dinsel hükümler dışında kalan önemli özellikler taşıyordu bu yasa. Herşeyden önce kadına meslek seçme özgürlüğü getiriyordu. Aile yapısını tek eşlilik esasına dayandırıyordu.
Türk Devriminin düşünce ve eylem alanındaki en önemli temel taşı laiklik olduğundan hemen her devrim atılımı onunla ya doğrudan doğruya veya dolayısı ile ilgilidir.
Devletin din kurumlarından arındırılması aşaması:
1. Öğretimin birleştirilmesi
2. Türk medeni kanununun kabul edilmesi
3. Halifeliğin kaldırılması
4. Tekke ve zaviyelerin kapatılması
ATATÜRK'TE LAİKLİK ANLAYIŞI
Atatürk'ün şu sözleri laiklik anlayışını özlü biçimde veriyor: "Din bir vicdan meselesidir. Herkes vicdanın emrine uymakta serbesttir. Biz dine saygı gösteririz.
Düşünüşe ve tefekküre muhalif değiliz. Bizsadece din işlerini millet ve devlet işleriyle karıştırmamaya çalışıyor, kasde ve fiile dayanan taassupkâr (gerici) hareketlerden sakınıyoruz.
Atatürk'ün laikliği kesinlikle dine karşı değildir. Din bir vicdan işidir. Laiklik tam bir inanç özgürlüğü ortamında ulus ve devlet işlerini din işlerinden ayırmaktan başka bir şey değildir.

ÜNİTE - 26 ATATÜRK İLKELERİ (3) HALKÇILIK
HALKÇILIK
Halkı ilk önce 'bir ülkede yaşayan yurttaşların oluşturduğu topluluk" olarak tanımlayacağız. Ulus tanımında somutluktan çok soyutluk ağır basar.
Bildiğimiz gibi ulus birarada yaşama isteği dolayısıyla sürekli olarak bütünlük gösteren bir topluluktur. Halk ise somut bir kavramdır. Ulus gözle görülmez ama halk somut olarak kendini belli eder.
Halk dediğimiz zaman ulus kavramı üzerindeki manevi örtü kalkar ve yurttaşların çeşitli kesimlerini somut bir biçimde gösteren tablo ortaya çıkar.
Diğer deyişle ulusu oluşturan insanların somut bir biçimde görülmesi ile beliren topluluk halktır. Yani ilk halk kavramı somut bir olgudur.
ATATÜRK'IN HALKÇILI?I
Atatürk'ün ortaya koyduğu halkçılık ilkesi üç e-sas üzerinde yükselir.
- Yeni kurulan devlet, belli bir zümreye, belirli çıkarlara sahip kimselere değil, doğrudan doğruya halka dayanır. Yeni Türkiye devleti halka değer veren bir devlettir, halkın devletidir.
- Atatürk halkın içindeki çeşitli tabakaları, grupları, kümeleri yalnız iş alanları bakımından farklı görür. Bunun dışında bütün bireyler, birbirine eşittir; ayrıca her meslek sahibi de diğerleriyle aynı saygınlığı görür.
"Türkiye Cumhuriyeti" halkı ayrı ayrı sınıflardan oluşmuş değil ve fakat kişisel ve toplumsal yaşam için iş bölümü itibarıyla çeşitli mesleklere ayrılmış bir toplum olarak görmek esas ilkelerimiz-dendir.
- Atatürk'e göre halkçılığın esaslarından biri de, halkın mutluluğunun gene halkça, birbütün olarak sağlanmasıdır. Bunu gerçekleştirmek için de herkesin çalışması gerekir.
Özetleyecek olursak Atatürk, Türk halkını kendi kendini yöneten, ulusal egemenlik esasına göre demokratik bir rejim içinde yaşayan , birbirine hakça eşit, toplumsal dayanışma içinde bulunan insanların oluşturduğu birbütün olarak görmektedir. Türkiye Cumhuriyeti'nin sosyal bir bir hukuk devleti olmasındaki temel ilke halkçılık ve ulusçuluktur.

Hiç yorum yok: